Birbirinin arkasına geçip, kazaklarına sıkı sıkıya yapışmış üç kişiyi gören köylüler, Muhittin, Bilal ve Ekrem’in yine oyun peşinde olduğunu anlarlardı… Köyün delileri diye tabir ettikleri bu üç adamı pek çok zamanda Çıngıraklı köprüsünün başında beklerken görürlerdi…
Muhittin,
-“Gelecek, gelecek… -“
-“Yağacak, yağacak… -“
Ekrem ise,
-“Sevecek, sevecek … -” deyip deyip dururlardı köpünün başında ağlayarak…Pek bir kederliydiler çoğu zaman.
Köy halkı önlerinden gelip geçerken dalga geçmeden duramazdı gariplerle…
-“He ya… Bekleyin siz… Gelecek tabi gelecek-” diyen birinin peşine takılırlar, sorar dururlardı sonrada.
-“Essaah mı diyon? Ne zaman gelecek? Gelecekmi essah mı diyon? -” derlerken o söze inandıklarını okadar belli ederlerdiki…
Birtek Muhittin’in annesi hayattaydı. Bilal ve Ekrem’in ise aileleri çoktan göçüp gitmişti bu dünyadan.Muhittin annesi Zeliha teyze gün aşırı salçalı ekmek verirdi üç kafadara. Yarı aç yarı tok yaşar giderlerdi deli akıllarıyla…
Muhittinde hep bir mektup gönderme çabası olurdu uzak diyarlara. Muhtarın yanına giderdi sürekli kahveye.
-“Hatçe’me mektup… Hatçe’me mektup-” deyip başının etini yerdi adamın. Muhtarda Muhittin ne derse kağıda yazar zarfa koyup verirdi Muhittin’e…Yoksa aslarahat bırakmazdı Muhtar’ı. Kasabanın çocuklarına zarfın üzerine rastgele adresler yazdırır, sonrada postacı Nuriye göndermesi için neler neler yapardı? Kasabanın çocuklarında epey keyif alırlardı bu uğraştan… Muhittin’i kandırmak pek hoşlarına giderdi…
Birinden duymuşlar.Ezan okunurken yapılan dualar kabul olur diye. Ne zaman esan okunsa kmyin meydanına çıkıp, yağmurda yağsa karda yağsa, fırtınada olsa ellerini açıp sessiz sessiz dua ederlerdi göz yaşlarıyla. Bu yaptıklarını ise herkes deliliklerine verirdi. Kimse merak bile etmezdiki garipleri
Bir gün yine Çıngıraklı köprüsünün başında ağlamaklı halde bekleyip dururlarken, kuş uçmaz kervan geçmez, kasabaya dahi iki günde bir küçük bir otobüsün gittiği yolda, bir taksinin uçuruma yuvarlandığını gördüler…
Etrafa baksalar da yardım edecek kimse yoktu.Bağırdılar çağırdılar seslerini duyuramadılar kimseye. Koşup gittiler hep birlikte uçurumun kenarına. Ve binbir zorlukla aşağıya inip, aracın içindeki yaşlı denebilecek adamı yüzü gözü kan olmuş halde dışarıya çıkarmışlardı… Yaralı adamı sırtına alan Muhittin’in onu eve taşırkenki çabası görülmeye değerdi gerçekten… Ekrem ise korkmuş gibiydi… Epeyce gerilerinden geliyordu… Bilal elindeki bez parçasını adamın derin yarasına bastırmıştı sıkı sıkıya.
Eve geldiklerinde Muhittin’in annesi Zeliha teyze pek bir şaşırmıştı. Sedire yatırdılar adamı. Hastahaneye gitmek epey meşakkatli olduğu için vücudundan akan kanı oracıkta kesmeliydi. Önce yaralarını temizledi adamın. Sonra şifalı merhemler sürüp sardı. Artık iş beklemeye kalmıştı…
Bilal, Ekrem ve Muhittin biran ayrılmıyordu adamın başından. Tam bir gün sonra gözlerini açabilmişti yaralı adam.Ve başındaki üç deliyi ve garip garip haraketlerini görünce epey şaşırmıştı. Zeliha teyze fırının başından,
-“Geçmiş ola oğul. Korkma onlardan zarar gelmez sağa. Akıl eksikliği var. Yürekleri tamdır onların. Hem şuncağızlar kurtarmışlar seni o kazadan.Sırtlarında eve kadar da taşımışlar-” diye bağırınca, sevgiyle bakmıştı üçününde gözlerine… Ekrem hala göz teması bile kuramıyordu adamla. Korkuyor gibide bir hali vardı…
İsminin Arif olduğunu söyleyen adam, anayolda yol çalışması olduğu için trafiğin ara yollara yönlendirildiğini, girdiği yollarda ise yönünü kaybedip saptığı sapa yolda aracın hakimiyetini kaybedip kaza yaptığını anlatmıştı. Bir can borcu vardı köylünün deli diye çağırdığı üç adama… Ve herkesin yok saydığı, önemsemediği, dalga geçtiği üç adamın ellerini tuttu minnetle. Teşekkürler etti…
Sanki biryere geç kalmışlar gibi heyecanla kalkıp giden üç kafadarın arkasından bakarken,
-“Ana nereye gider bunlar? -” deyince, Zeliha teyze kimsenin önemsediği Muhittin, Bilal ve Ekrem’in hikayelerini anlatmaya başlamıştı o an dikkatle kendisini dinleyen adama… O anlattıkça Arif bey duygulanmıştı. Ve can borcunun olduğu üç adamın birbirine sıkıca bağlı o dostluğuna, samimiyetlerine de hayran olmuştu… Zeliha teyze pek şaşırdığı bir konuyu da söylemişti o an Arif bey’e. Birde eski albümlerin arasından bir resim getirdiğinde Arif bey hem heyecanlanmış hemde oldukça şaşırmıştı Zeliha teyze gibi…
Tam bir hafta kendisine çok iyi bakan, sağlığı sıhhatiyle ilgilenen üç adama öyle kanı ısınmıştı ki Arif beyin. Sağlığına kavuştuğunda, Zeliha teyze’ye teşekkürler edip yola koyulacakken, Çıngıraklı köprüsünün başındaki, Muhittin, Ekrem ve Bilal’e baktı uzun uzun…Yine ağlamaklı halde, kimi göğe, kimi yola bakıyordu. Muhittin adamı görünce koşup gitmişti yanına. Bir zarf uzatmıştı sonrada adama…
-“Hatçeme mektup… Hatçeme mektup-” demiş ve üzerine adresi yazmasını istemişti… Arif bey nemli gözlerle aldı mektubu. Ve cebine koydu.Elinide göğsüne götürdü mektubu göndereceğini anlaması için. Sıkı sıkı sarıldı sonra Muhittin’ e…Sonra Bilal’e de sarıldı… Ekrem ise geri duruyordu Arif bey den… Otobüse binerken derin derin baktı adam son kez üç kafadara…
Tam bir ay sonra çok lüks bir araba geldi köye…Herkes okadar merak etmiştiki gelenin kim olduğunu. Çıngıraklı köprüsünün yanında durdu araba… Kapı açılınca saçlarının yarısına yakını beyazlamış bir kadın indi arabadan… O an Muhittin yerinde duramadı.
-“Hatçem geldi… Hatçem geldi. -” deyip koşup titreyerek ve gözyaşlarıyla sarılmıştı kadına…. Hatice de gözyaşlarıyla yüzünü gözünü öpüyordu uzunyıllar sonra görebildiği Muhittin’in…
Yıllar önce babasının zorla verdiği zengin akrabasıyla evlenen ve Almanya’ya giden kadın, eşinden öyle çok şiddet görmüşki. Tek gözünü dahi kaybetmiş gördüğü işkencelerden. En sonunda ise Hatice eşinden boşanıp kadın sığınma evine gitmekte bulmuş çareyi…Elde avuçta yok. Muhittine de dönememiş. Arif bey de uzun araştırmalar sonunda bulduğu Hatice yi yurtdışındaki kadın sığınma evinden alıp köye getirmiş…Ve böylelikle birbirini seven iki insan belki yirmi yıl sonra birbrine kavuşmuş…
Hatice ve Muhittin kavuşmanın mutluluğunu yaşarken ise birden bire kasabanın üzerine adeta bir yağmur gibi gül yaprakları yağmaya başlamıştı… Bilal ne olduğunu anlamamış halde çöktü kaldı o an olduğu yere… Hep baktığı göklerden istediği geliyordu işte. Ağzı kuaklarına varacaktı sevincinden. Avuçlarını açtığında ellerine biriken gül yapraklarını kucağına doldurup olanca hızıyla koşmaya başladı sonrada…
-“Yağıyor… Yağıyor… Kızım mutlu olacak… Yağmurum mutlu olacak. Gül yaprakları yağıyor işte-” diye naralar atarken, Arif bey, Ekrem, Muhittin ve Hatice peşinden koşuyorlardı Bilal’in…
Bilal köyün mezarlığına gittiğinde kızı Yağmur’un mezarının üzerinin de gül yapraklarıyla serili olduğunu görünce hıçkıra hıçkıra ağlamıştı mezara sarılarak…Ne yapacağını bilemez halde hareketleri heyecanını belli ediyordu ister istemez.
Uzun yıllar önce eşi rahmetli olduktan hemen sonra kızı Yağmur ölümcül bir hastalığa yakalanmış…Gülleri de okadar çok severmiş ki küçük kız. Kış vakti fenalaşınca babasından gül istemiş. Köylük yerde, kızının son nefesinde istediği gülü bulamamış tabi Bilal. Yağmur o an pencereden dışarıda yağan kara bakıp,
-“Şu yağan kar gibi, gül yapraklarının üzerime yağmasını ne çok isterdim babam. Yaparmısın benim için? -” diyen kızının son isteğini yerine getiremeyen acılı baba aklını yititmiş üzüntüsünden. Bu hikayeyi Zeliha teyzeden duyan Arif bey ise, tuttuğu özel uçakla tonlarca gül yaprağı yağdırmış meğer kasabanın üzerine…Yağan gül yapraklarının sebebi aslında buymuş…
Bilal’in kızının sın isteğini yerine getirdiği o anki mutluluğu görülmeye değerdi gerçekten…
Kızının mezarına sarılıp,
-“Bak prensesim. Gül yaprakları yağıyor üzerine. Baban sözünü tuttu… Rahat uyu emi benim güsel kızım -” deyince Arif bey kendini tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamıştı…
Sonra hepbirlikte Zeliha teyzenin evine gittiler tekrar… Arif bey Zeliha teyzeden izin isteyip elindeki çantayla evin bir odasına girmiş, köy tipi giyimi ve başındaki kasketiyle dışarıya çıktığında Ekrem onu öylece görüp donup kalmıştı olduğu yerde… Usulca yaklaştı o an Ekrem’e Arif bey… Ve sarıldı. Başını okşadı… Sonrada,
-“Seni çok seviyorum oğlum…” dediğinde Ekremin gözlerinden sicim gibi yaşlar boşalmıştı yanaklarına…Arif beyi gördüğü andan beri ilk defa çekinmiyordu. Sarıldı sıkıca… İlk defa korkmuyordu ondan.
-“Babam beni seviyor… Babam… Aslan babam… Seviyor işte…. Beni seviyor-” diye bağırmaya başlayınca, Zeliha teyze, teşekkür eder gibi bir haraket yapmıştı yaşlı gözleriyle Arif beye. .. Ve aylar önce gösterdiği resimdeki Ekrem’in babasına benzerliğini ne kadar iyi bir şekilde kullandığına şahit oluyordu işte…
Çok küçükken hep babası dövermiş meğer Ekrem’i, Zeliha teyzenin anlattığına göre. Hemde öyle çok dövermişki. O babasından sevgi sözleri beklerken babası kafasına vura vura, deli etmiş oğlunu. O dünyadan göçüp gittiğinde baba sevgisine aç, aklını yitirmiş bir çocuk bırakmış geriye. Ekrem ise hep bir gün babasının döneceğine, onu çok sevdiğini söyleyeceğine inanmış. Arif beyi kaza yaptığı o aracın içinde görünce ise rahmetli babasına benzediği için donup kalmış öylece…
Bakan Arif bey şans eseri yollarının kesiştiği ve can borcu olduğu üç adamın yüzünü güldürebildiği için okadar mutluydu ki o an… Her ay mutlaka kasabaya geliyor artık. Ayşe ve Muhittin çok ama çok mutlu… Hatta Muhittinin akli melekeleri sevdiği kadınla birlikte geri geldi sanki.Bilal kızının son isteğini yerine getirebildiği için, Ekrem ise,
-“Seni çok seviyorum oğlum-” diyen gerçek babası olmasada yüreğini ısıtan Arif beyin varlığından çok mutlu…
Arif bey ise akıllarıyla seven insanların hep biryerlerde bocaladığına şahit olmuş o zaman kadar. Fakat yürekleriyle seven üç adamın sevgisinin tarifi yok ona göre…Bazı şeyler akılla olmaz yürekle olur… Muhittin, Bilal ve Ekrem bunun en büyük örneğiyi ona göre…
Sevginin günü olmaz. Yürekten sevenlere sevgi bir günle sınırlandırılamaz. Yürekten sevebileceğimiz bir hayat dileklerimle….
Yazar: Suat Özge
Sosyal Medyada Yazarı Takip Edin : Instagram – Youtube – Facebook
Benzer İçerikler
Vasi: Koruma ve Rehberliğin Anlamı
Devamını Oku...
Pelet Nedir? Enerjinin Yeni Yüzü
Devamını Oku...
En Güzel Cuma Mesajları, Resimli, Kısa ve Uzun Anlamlı Cuma Sözleri ve Duaları
Devamını Oku...
Maliyeci Fıkrası
Devamını Oku...