Askerlik çağlarımda, ağır bir çatışma esnasında, düşman saflarına en yakın olduğum bir zamanda, hiç beklemediğim şekilde düşmana esir düşmüştüm. Bir toplama kampına götürdüler beni. İşkenceler, hakaretler, ağır işler, uykusuzluk ve açlık iyice umudumun kırılmasına sebep olmuştu.
Öyle ki oradan sağ çıkamayacağımı kendime kabul ettirmiştim iyice. Açlıktan çoğu zaman çamur içimdeki yere düşer dizlerimde kalkacak dermanı bulamazdım. Düşman askerinin acımadan vurduğu kırbaç darbeleriyle son bir güçle doğrulurdum sonra da yerimden…
O günlerde kırklı yaşlarda dilsiz olduğunu anladığım ve maaşlı çalışan olarak askerlerin hizmetini gören bir kadın sürekli benim olduğum tarafa doğru çevirmeye başladı elleriyle çektiği ekmek arabasının yönünü.
Hep ağlamaklıydı yüzü. Hiç unutamam o utangaç, korkak hallerini. Askerler geç kaldığı için ona bağırdıklarında, onunla alay ettiklerinde sessizce ağlardı.Hayattan çok çektiği okadar belliydiki simasından. Esirliğimin on beşinci günü artık açlıktan öleceğimi düşünürken, belki cani düşman askeri tarafından öldürülmeyi göze alarak yanımda ayağı takılıp düşme numarası yaparak, poşete sarılmış ekmek attı önüme.Öldürülmeyi göze alarak diyorum, çünkü kendi insanlarına bile acımaları olmadığını gözlemlenmiştim.
O an ne kadar utandığını hissettim bunu yaparken. Yanakları kızarmış, elleri titremişti.Birine yardım ederken kibirden arınmışlık ve utanma duygusu… Çok etkilenmiştim. Ve açlıktan öleceğimi hissettiğim anlarda bana yardım eden o kadın hergün ölümü göze alarak bana küçük bir ekmek verdi…Yarım yamalak ingilizcemle,
ben karşı taraftan olduğum halde bana neden yardım ettiğini sordum,
-“Sen bir insansan benim düşmanım değilsin.Birbirimize ne kötülük ettik? Neden düşmanım olasın o halde? ” dediğinde gözyaşlarıma mani olamadım. Fakir biri olmalıydı eski püslü giyiminden anladığıma göre. Bende, iyiliklerine karşılık üzerimdeki tek değerli şey olan babamdan kalma gümüş yüzüğümü verdim ona binbir zorlukla kimseye hissettirmeden…
Tam bir ay esir kaldığım toplama kampından, iki ülke arasında imzalanan esirlerin değiştirilmesi anlaşmasıyla sağ kurtuldum.
Yirmi yaşındaydım o zamanlar. Ve canımı o kadına borçlu olduğumun farkındaydım.Herşey bittikten sonra o kadını arayıp bulacak ve bana karşı yaptığı fedakarlığın karşılığını verecek, hiç değilse gözlerine bakarak teşekkür edecektim.
Yıllar geçti. İki ülke arasındaki savaş bitti. En sonunda sınırlar açıldı. Pasaport çıkarttım. Ve iki defa gittim o ülkeye. Aramadığım yer kalmadı o kadını. Ne yazıkki bulamadım. Boğazımda yutkunamadığım bir düğüm olarak kaldı bu durum.Aradan tam kırk beş yıl geçti.Yarım asır… Evlendim çocuklarım oldu. Bazı geceler gözyaşlarıyla aileme anlatırdım o günleri.Küçük oğlum bir gün heyecanla yanıma geldi. Ve bana bir sürprizi olduğunu söyledi. Ne kadar sorsamda, cevap vermiyor sadece onu takip etmemi söylüyordu…Ve birlikte dışarı çıkıp bizi bekleyen taksiye bindik.
Ülkedeki büyük televizyon kanallarından birinin stüdyosuna gittik beraber. “GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE” isimli çok sevilen bir program varmış. Ve küçük oğlum benim için o programa başvuru yapmış meğerse. İnsanlar ulaşamadıkları insanlara bu program sayesinde ulaşıyormuş…
Büyük bir heyecanla, herzaman televizyonlarda gördüğüm ünlü sunucunun karşısında yaşadığım o hazin hikayeyi anlattım canlı yayında milyonların önünde.Benimle birlikte stüdyodaki tüm izleyiciler de gözyaşlarına boğulmuştu. Kendime geldiğim bir an,titreyen sesimle,
-“Onun sayesinde yaşıyorum.Onun sayesinde hayattayım. Ve onca seneden sonra, çok zor olmasına rağmen, yaşıyor mu yoksa ölmüşmüdür bilmememe rağmen onu bulmak, hiç değilse aramak istiyorum. Yardımcı olurmusunuz? -” dediğimde artık hıçkırıklarıma mani olamıyordum…
Program yetkilileri tüm imkanlarını seferber edip, o ülkenin bakanlarına kadar ulaştılar. Ve arşivler açıldı inanabiliyormusunuz? Asla ve asla tekbaşıma ulaşamayacağım şeylerdi bunlar. En sonunda” Newwaka”denilen bir bölgeden o dönemlerde toplama kampına fakir hizmetçiler alındığı bilgisine ulaşıldı. Ve o ülkede muhabir ile birlikte araştırma yapabilmem, adını dahi bilmediğim o kadını aramam için biletler bile alınmıştı.
Bu olaya okadar yoğun bir ilgi duyulmuştu ki, televizyon kanalına milyonlarca mail, mektup ve mesaj geldiğini söylemişlerdi bana. Bir gün sonra uçağımız kalktı. Ve “Newwaka” denilen o bölgeye gittik hemen. Her kuruma tek tek sorduk. Ve elimden geldiğince tarif ettim o kadını. Herkes alay edercesine,
-“Kırkbeş yıl geçtiyse aradan, şimdi seksen beşli yaşlardadır bahsiniz ettiğiniz kadın.Yüzü okadar değişmiştir ki hayattaysa bile. Hayalinizde kaldığı gibi değildir artık. Adını bilmediğiniz gibi, ölümüdür, sağmıdır bu bile muamma. Vazgeçin…Bu yolun sonu hüsran” deselerde bu noktaya kadar gelmişken asla vazgeçemezdim.
İnanın belgeyi mahalle mahalle aradım. Yüzbinlerce insanın yüzüne tek tek baktım. Tek birini bile bezetemedim hayallerimden çıkmayan o kadına.
Umudumuz tükenmişti. Son günün akşam saatleri, bir fakir mahallede çöp kutusunun yanındaki dilenciye ekmek uzatan yaşlı bir kadın gördüm uzaktan. İçim titremiş, o tarafa doğru koşmuştum. Dikkatle izledim.Utanırcasına bir tavır, mahcubiyetle titreyen eller, kızaran yanaklar, ve şefkatli bakışlara öylece baktım uzun uzun. En sonunda,
-“İşte buldum. O işte. Aradığım kadın o. Hayatımı kurtaran kişi.” dediğimde sunucu,
-“Nasıl bukadar emin oluyorsun?Aradan Kırkbeş yıl geçmiş. Yüzü değişmiştir. Bence kendini boş bir umuda inanmaya çalışıyorsun” deyince,
-“Yüzünü bilmem, ama o yüreği nerde görsem tanırım ben…”-dedim sesim titreyerek…
Yaşlı kadının yanına gittim. Beli bükülmüş ihtiyarın karşısında diz çöktüm.
-“Ben geldim… Sana teşekkür etmek için. Açlıktan ölmek üzereyken, canından olmak pahasına ekmek verip kurtardığın esir adamı tanıdın mı? -” dediğimde gözyaşlarımla,
elini paltosunun cebine attı. Ve kırk beş yıl önce ona verdiğim gümüş yüzüğü uzattı bana. Elini tuttum ve yanağıma koydum. Oda benim gibi gözyaşlarına mani olamamıştı…
Kimsesiz kaldığını öğrendiğim o yaşlı kadının adı bayan Margeret mış.Son baharında onu ailemin yanına götürmeye ikna ettim. Şimdi bizimle birlikte yaşıyor. Ve inanırmısınız bir ailesi olduğu için okadar mutlu ki. Her akşam işten gelmemi bekliyor camın kenarında. Oğlu gibi seviyor beni…
Söz konusu programdan geçenlerde bir davet aldık. Ve bu defa bayan Margeret ile çıktık milyonların önüne. Bu defa ikimizde sevinç gözyaşları dökerken, programın sunucusu şu cümleleri kuruyordu o anlarda :
-“Dolgulu dudaklar, gerdirilmiş yüzler, botokslu hallerimizle ne çok benziyoruz artık birbirimize. Ne kadar da farklı olmak için çabalıyoruz.Farklı olmak isterken anlamıyoruz birebir birbirimize benzediğimizi de.Ama bu kavuşmadan da anladıkki fark yüreklerde. Bakın şu iki insan yüreklerinden tanıdı birbirlerini. Güzelliği hep başka şeylerde arıyoruz ne yazıkki… Ama ne yaparsak yapalım değişmeyecek tek bir şeyimiz var. Yüreğimiz… İnsanların bizi güzel yüreklerimizle hatırlaması ve tanıması dileğiyle… –
Yazar: Suat Özge
Sosyal Medyada Yazarı Takip Edin : Instagram – Youtube – Facebook
Benzer İçerikler
Güzellik Salonunuz İçin 5 Çarpıcı Kampanya Fikri!
Devamını Oku...
Hayalinizdeki Başbaşa Evlilik Teklifini Gerçekleştirin! Fikirler ve İpuçları
Devamını Oku...
Vasi: Koruma ve Rehberliğin Anlamı
Devamını Oku...
Pelet Nedir? Enerjinin Yeni Yüzü
Devamını Oku...