Yörede adet böyleydi. Babalar ne derse evlatlar razı olurdu. Evliliklerde bile evlatlara seçim hakkı verilmezdi ki. Asiye ve Yusuf’un kaderi de böyle olmuştu işte. Bir tarla üzerine anlaşan babaları evlatlarına sormadan sözlerini kesmişlerdi bile. Köyün sivri dilli, erkek tavırlı kızı Asiye, nefret ettiği çilli Yusuf’a nasıl varırdı?Hoş Yusuf’ta hiç hazzetmezdi ya Asiye’den. Ama babasının korkusundan ses çıkaramadı olan bitene. Henüz on sekizli yaşlarda, birbirinden nefret eden iki insanın sözü kesilirken, sanki yer gök ağlıyor gibi yağmur hiç kesilmemişti o akşam…
Bir haftaya nişan, nişanda iki gün sonra ise düğünleri oldu. Asiye düğün akşamı babasına bu evliliği istemediğini söyleyecek cesareti bulduğunda, babası Haşmet ağa bir parça kefen ve yağlı urgan atmıştı kızının önüne…
-“Anlaşma anlaşmadır.Ben sözümden dönmem. Aha da artık evin Yusuf’un evidir. Ha o evden çıkacaksan. Ya boynunda şu yağlı urganın iziyle sarıldığın bir kefenin içinde çıkarsın-” dediğinde tüm umutlarının o an tükendiğini hissetmişti Asiye.Atın üzerinde, gelinliğiyle yeni evine götürülürken,ahalinin sevinç gözyaşları olarak bildiği, oysa derin bir kederle yanaklarından akıp giden yaşları silmeye yetişemiyordu elindeki mendille..
Daha ilk geceden Yusuf’a bu evliliğin asla gerçek bir evlilik olmayacağını söyleyip odasını ayırdı. Yusuf ta sevmediği bir insanla aynı odayı paylaşmamaya mutlu bile olmuştu esasında. Kurallar koydular kendi aralarında sonraki günlerde. Dışarıya,konu komşuya ve ailelerine karşı evli gibi görünecekler, Asiye ev işini, Yusuf geçim derdini üstlenecekti…
Ama bu şekilde bile sevmediği bir insanla aynı evde yaşamaya razı gelememiş, birçok defa baba evine dönsede, babası her defasında büyük bir öfkeyle kızarak, Asiye nin önüne yağlı urgan ve aynı kefen parçasını atmıştı…
Yusuf bazı geceler Asiye’nin odasından gelen hıçkırıklarını duyunca, sessiz sessiz oda ağlardı.Asiyeyi daha fazla üzmemek için onunla zıtlaşmak yerine daha sakin davracağına dair söz verdi kendi kendine o gece…
Ertesi gün tarlaya gitmek için yola çıkacakken Asiye’yi evin avlusundan okul çocuklarına bakıp ağlarken gördüğünde ise içi cız ettin Hiçbirşey demedi ama bu durumu dert etti kendine.
Asiye’nin küçük kardeşi Yaşar’ın yanına bir avuç şeker kamışıyla gitti o gün.Ve Asiye hakkında herşeyi birtamam öğrendi çocuktan.
Ertesi gün ise şehre gitti. Ve elinde bir kutuyla eve dönüp, kutuyu Asiye’nin oda kapısının önüne bıraktı. Asiye kutuyu görüp açtığında ise defterler, kalemle, hep hayalini kurduğu kokulu silgileri görünce öyle duygulanmıştıki ki. O erkek tavırlı, kendini katı göstermeye çalışan kız hüngür hüngür ağlamıştı. Tamda o anlarda kapı çalınmış, ve köy okulunun öğretmeni açık kalan kapıdan başını içeriye uzatıp,
-“Müjdemi isterim Asiye. Babanın vermediği izni eşin Yusuf verdi. Okuma yazma öğrenebilirsin artık.Canla başla uğraşacağım bunun için. Artık hergün okuldan sonra sizin eve geleceğim.-“dediğinde Asiye öyle bir heyecanla koşmuştu ki öğretmen hanıma sarılmak için…Ve o günden sonra kuş cıvıltıları gibi sesler yükseldi her öğleden sonra Asiye ve Yusuf’un evinden…
Yusuf bir hafta sonra ekini hasat yapıp satınca,büyük bir hediye paketini getirip salonun duvarına astı. Asiye’ye dönüp,
-“Bu hediye senin. Emme şimdi açıverme. Bunu sana şimdi aldım. Ama uzun yıllar sonra açacağın bir hediyedir. Anaştıgmı? -” dediğinde, Yusuf’un nefret ettiği çiller güzel mi görünmüştü yüzüne?
Ama yine de kendini o katı kalpli kız olmaya zorladı o an.
-“Bene ne ki senin hediyenden. Yıllar değil, ömür geçse dokunmam ona. -” demiş arkasını dönüp gitmişti odasına…
Haftasonu da dahil hergün öğretmen hanım Asiye’ye okuma yazma öğretmek için gelmişti. Ve günden günede öyle hızlı öğrenmiştiki öğretmeninin anlattığı herşeyi.
Belirli bir zamandan sonra ise öğretmen hanım sınavlara sokmak istemişti Asiye’yi.Ve o sınavlardan sonra ilk karnesini getirdiğinde takdirname ile birlikte Asiye’nin evin içinde büyük bir sevinçle oradan oraya koşuşturmasını, Benekli ismini verdiği kuzusuna dahi sevinç gözyaşlarıyla karnesini göstermesini bir duvarın arkasına saklanıp büyük bir heyecanla izlemişti Yusuf…
O akşam kayınvalidesinden duyduğu Yusuf’ un en sevdiği yemekleri yaptı Asiye. Belki yapısı gereği teşekkür edemedi ama, sofraya Yusuf’un önüne koyduğu çiçekler herşeyi anlatmıştı zaten…
Asiye ilkokul karnesini aldıktan sonra öğretmeniyle beraber senede iki defa açıköğretim sınavlarına giderken, diliyle söyleyemesede davranışlarıyla en büyük destekçisi hep Yusuf olmuştu. Hemde ailesinin tüm baskılarına, “insan karısını bir çocuk gibi okutur mu?” diyen köylünün tüm alaylarına rağmen.
Sonra yine bir gün babasının o yaşına kadar giymesine çok kızdığı çiçekli entarileri şehirden alıp Asiye’nin odasına koyduğunda ne kadar da mutlu olmuştu. Ekmeğin iç kısmını sevdiğini de gözlemlemişti.Bu yüzden hep kabuklu tarafını kendine ayırıp yumuşak iç kısımlarını Asiye’nin önüne bırakırdı sofrada…Ayakkabısının içine ayakları soğuktan üşümesin diye keçe koyar, haftada bir muhakkak çok sevdiğini bildiği leblebi tozu getirirdi eve. Ve tüm bunlar içten içe Asiye’nin öyle hoşuna giderdi ki.
Ve böylece zaman geçmiş ortaokul ve liseyi de dışarıdan bitirdi Asiye. Şimdi tek hayaline sadece bir adım kalmıştı.Ve üniversiteye kazandı daha ilk denemesinde. Yıllarca her başarısından sonra yaptığı gibi kuzusu Benekliyle sevincini paylaşırken, Yusuf yine bir köşeden sessizce onları izliyordu.
Öğretmen atamalarının yapılacağı o gün ise öyle çok heyecanlıydı ki. Öğretmen hanımla postacı nın öğleden sonra getirdiği zarfı açtılar. Ve atandığı şehri gözyaşlarıyla okuduğu sırada, köyün çobanı büyük bir telaşla girmişti evin avlusuna. Ve Yusuf’un ayaklatrını biçerdövere kağtırdığını söylediğinde, kalbi duracak gibi olmuştu Asiye’nin. Köy meydanından öyle bir koşuşu vardı ki. Eşini bir traktör kasasına koyup hastahaneye götürene kadar ölüp ölüp dirilmişti korkusundan…
O kazada ise Yusuf iki ayağınıza kaybetmişti ne yazıkki….Acılar içinde hastahanedeki yatağında kıvranırken o anlarda, derin derin gözlerine baktı Asiye’nin.
-“Ben biliyom. Sen okadar akıllı bir kızsın ki. Öyretmen olacağını biliyordum. Çekyatın altına üç senenin hasat parasından ayırdıklarımı koydum. Mecbur değilsin bana. Mecbur değilsin bu hayata. Beni bırak ve git hayalini, en büyük hayalimi yaşa-” dediğinde tüm gücüyle sarıldı Yusuf’a. Ellerini öptü, öptü defalarca…Hıçkırıklarına da mani olamıyordu.
Tam bir ay sonra tekerlekli sandalyesinde olduğu halde Yusuf’u köy otobüsüne bindirdiler. Asiye gözyaşlarıyla eşinin ellerini biran bile bırakmadı o anlarda. .Ve otobüs gitgide uzaklaştı köyden. Yusuf ailesi ne kadar diretsede, eşinin hayallerini gerçekleştirmesi den asla geri adım atmadı…
Aradan beş yıl geçtiğinde köy öğretmeni bir mektup almıştı Asiye’den. Zarfta kucaklarında iki çocuk olduğu halde Yusuf ve Asiye nin aile resmi de vardı. Asiye öğretmen olduğunu her bakımdan belli eden armalı bir resmi elbiseyle okadar mutlu bir gülümsemeyle eşinin elini tutmuştu ki… Ve şöyle yazmıştı o satırlarda…
-“Sevmek ne kaşına gözüne vurulmak, ne şirin cümleler kurmakmış öğretmenim… Sevmek, tüm yüreğinle onu anlamak, inanmak ve güvenmekmiş… Yusuf beni öylesine güzel anladı ki. En başından inanmış öğretmen olacağıma. Yıllar önce bana hediye olarak aldığı bu elbiseyi okadar çok seviyorumki… Eşimi, Yusuf’umu da dünyalar kadar seviyorum.Gözlerinden anlıyorum. Oda bana okadar çok güveniyor ki. Ve tüm yüreğiyle seviyor. Babam bana yağlı urgan ve kefenle çıkarsın demişti ya o evden. Biz ölmeyecek bir sevgiyle çıktığımız için rabbime şükürler ediyorum…ASİYE – “
Yazar: Suat Özge
Sosyal Medyada Yazarı Takip Edin : Instagram – Youtube – Facebook
Benzer İçerikler
Vasi: Koruma ve Rehberliğin Anlamı
Devamını Oku...
Pelet Nedir? Enerjinin Yeni Yüzü
Devamını Oku...
En Güzel Cuma Mesajları, Resimli, Kısa ve Uzun Anlamlı Cuma Sözleri ve Duaları
Devamını Oku...
Maliyeci Fıkrası
Devamını Oku...