Her çocuk gibi annesinin makyaj malzemelerini karıştırmak o kadar hoşuna gidiyorduki.O günde fırsatını bulup yüzüne gözüne ruj sürüp, odayı karmakarışık etmişti.
Annesi çığlık çığlığa odaya girince, babasıda kapının eşiğinde katıla katıla gülmeye başlamıştı olanlara… – “Ben sana demedim mi büyüyünce süreceksin onları diye.-“diye başlayan bağırışmayla, küçük Filiz’in babasına koşması bir olmuştu…
Annesinin öfkesinden birtek babasının kucağında korunabiliyordu.Ve annesi söylenmeye devam ederken, babasının gülümsemesiyle onu kucaklaması ve bahçeye koşması öyle hoşuna gidiyorduki?Sonra yine aynı sorularla işten yorgun gelen babasını iyice bıktırıyordu.-“Ben ne zaman büyüyeceğim baba?Ne makyaj yapmama, ne arkadaşımda kalmama izin veriyorsunuz?Ben büyümek istiyorum biran önce-” diye tekrarlayarak babasıni bir cevap vermeye zorluyordu her günki gibi…
Babası ise biraz düşünüp, – “Hani senin çok sevdiğin elma dersem çık, armut dersem çıkma oyunu varya.Hani sen hep elma demeyi sevdiğin oyun… İşte bir gün sen elma dediğinde ben ne zaman ortaya çıkmazsam işte sen o zaman büyümüş oşacaksın-” demişti. Bu sözlerden hiçbirşey anlamamıştır..
Filiz gerçektende çok severdi o oyunu.Ne zaman elma diye bağırsa, babası ya ağacın arkasından, ya çalıların arkasından yada saklandığı başka bir yerden koşup gelirdi kızına sarılmak için…Yıllar geçsede bu oyun aralarında bir şaka olup kalmıştı.Filiz büyüyüp, üniversiteyi bitirdikten sonra dahi eve ne zaman gelse, – “Elma dersem çık, armut dersem çıkma diye bağırırdı.Ve sonrasında, ”elmaa” diye seslendirdi. Babası çalışma odasından başını uzatır ve koşar kızına sarılırdı.Bu oyun hiç değişmedi aralarında.Hatta mesleğini eline alıp tayin olduğunda , telefon görüşmelerinde dahi baba kızın birbirlerine söyledikleri tekerleme olmuştu…
Ne kadar uzakta olursa olsun arkasında dağ gibi bir babası olduğunu bilirdi Filiz.Hala minik prensesiydi onun.Hala üzerine tirediğini bilirdi…Tayin olduğu ilk sene,bir gece yaşadığı şehirde çok büyük bir deprem olmuş, ve lojman şiddetli sarsıntıyla çökmüş ve Filiz ne yazıkki binanın enkazının altında kalmıştı…Kurtarma ekiplerinin sekiz saat süren çalışmasından sonra, çok ağır yaralı olarak kanlar içinde kurtarıldı enkazdan.Anne babası haberi alır almaz, büyük korku ve endişeyle yola çıktılar.Kızlarının götürüldüğü hastahaneye vardıklarında çoktan ameliyatın başladığını öğrenmişlerdi…Doktor bir ara ameliyathaneden çıkıp anne babanın yanına gelip onlara birşeyler söylediğinde, ikiside oldukları yere çöküp kalmışlardı…
Ameliyattan bir hafta sonra Filiz gözlerini açtığında acı gerçekle yüzleşmişti.Bir kaç yıl yatağa bağımlı halde tedavi göreceğini öğrendiğinde canı epey sıkıldı.Annesi ağlamaklı halde elini tutarken, babasını sordu.Cevap alamayınca heyecanlanmış fazlasıyla merak etmişti.Defalarca yineledi sorusunu… En sonunda annesi-“Baban bizi terkettin kızım-” diyebildi sadece. Nasıl olurduki?Bir baba kızını nasıl terkedebilirdi?Filiz in tek anladığı babasının kendisinden utandığıydı.Yatalak olduğu için kendisine bakmak istememişti…
Hastahaneden taburcu olup evlerine geldiklerinde her hafta posta kutularında,İsviçreden gönderilmiş olduğunu anladıkları bir kart bulmaya başlamışlardı…-“Canım kızım öncelikle senden seni terkettiğim için beni affetmeni istiyorum -” diye başlayan satırlarda, babasının pişmanlığını okumuş ve her okuduğunda gözyaşı dökmüştü…. Evlerinin bahçesinde – “Elmaaa… Elmaaa-” diye defalarca haykırsada yoktu işte babası.Ne ağacın, ne de çalılıkların arkasından çıkmıyordu-“Ben böylemi büyüyecektim baba?Nefret ediyorum elmalardan da sendende… -” diye defalarca haykırdı kendi kendine…
Gece yarıları annesinin kesik kesik ağlamaları gelirdi odasından…Ve her hafta babasından gelen kartlar…Filiz artık dayanamamıştı.Ve bir gece ve yatağından kalkıp-“O bize gelmezse ben babama gideceğim-” demiş ve kartın arkasında yazılı olan ülkeye gitmek için bavulunu hazırlamaya başlamıştı.Annesi gözyaşları içinde diller döksede vazgeçiremedi kızını.En sonunda ellerinden tutup gözlerine baktı.-“Sabaha kadar sabret annem. Söz veriyorum hava aydınlanınca babana gideceğiz-” demişti…
Ve üç saat havanın aydınlanmasını iple çekti genç kız.Ve sabah ezanında annesiyle evden çıktılar.Belki yüzlerce soru sormuştu yolda.Ama annesi sadece ağlıyor, ağlıyordu…Şehrin sonunda indiler taksiden. Ve annesi kızının elinden tuttu.Yüz metre kadar yürüdüklerinde bir mezarlığın ortalarında henüz mezar taşı yapılmamış her haliyle yeni olduğu belli olan mezarın yanında durdular.Annesi depremde enkaz altında çok büyük darbeler aldığını ve ameliyathanede ölüm kalım mücadelesi verirken,doktorun yaşaması için derhal organ organ nakli gerektiğini söyledi gözyaşlarıyla…
Yaşaması için ise çok kısa zamanda hasar gören organlar bulunması gerekiyordu. Sonra babasının ölmeyi göze alarak donörü olmayı tercih ettiğini anlattı.Ve eliyle o yeni mezarı işaret ederek-“İşte baban burada yatıyor.Sen kendimi suçlu hissetme diye böyle bir yalan söyletti bana Yeminler ettirdi sana söylemem için. Bizi terkedip İsviçreye gittiğini söylememi istedi.Her hafta onun yazdığını sandığın kartlarıda ben koydum posta kutusuna.Babanın sana asıl söylemek istedikleri ise bu kağıtta yazılı-“deyip bir kağıt parçası uzatmıştı kızına…
-“Kağıtta ise şöyle yazıyordu.-“Canım kızım. Prensesim… Göz bebeğim… Bu mektubu aldıysan babanın bu beyaz yalanını öğrenmişsindir demektir. Bana kızma. Beni affet… İlk defa elma dediğinde ortaya çıkamıyorum.Bunun ne kadar üzücü olduğunu tahmin edemezsin.Hani küçükken sorardın ya. Ben ne zaman büyüyeceğim diye.Artık büyüdün. Çünkü evlatlar babaları ölünce büyür-“
Yazar: Suat Özge
Sosyal Medyada Yazarı Takip Edin : Instagram – Youtube – Facebook
Benzer İçerikler
Vasi: Koruma ve Rehberliğin Anlamı
Devamını Oku...
Pelet Nedir? Enerjinin Yeni Yüzü
Devamını Oku...
En Güzel Cuma Mesajları, Resimli, Kısa ve Uzun Anlamlı Cuma Sözleri ve Duaları
Devamını Oku...
Maliyeci Fıkrası
Devamını Oku...