Gözlerini açtığında sabah ezanının okunduğunu duydu. On dört nüfuslu aileye gelin geldiğinden beri tek bir an boş kalmıyordu ki…Ocağı yakıp kahvaltılık çorbayı pişirdi.Sofrayı kurup, çayı demlediğinde hane halkı yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı… Baba evindeyken,Cavidan’ın hayaline bile gelmezdi on dört nüfuslu bir aileye gelin geleceği. Ama sevmişti eşi Mustafa’yı. İnanmıştı insanlığına… Evin gece yarısına kadar bitmeyen işi dahi gözünde değildi sevdiği adamın yanında olduktan sonra…
O sabah,büyük gelinlerin çocukları kahvaltıdan önce bahçeden çiçek toplamışlar, sonrada annelerine çiçekleri uzatarak,
-“Anneler günün kutlu olsun canım annem-” deyip sarıldıklarında annelerine, Cavidan’ın içi gitmişti… İki yıl olmasına rağmen nasip olmamıştı bebeğini kucağına almak.Kaynanası Müşerref, herzamanki gibi,
-“Kadın olaydında, oğluma bir evlat vereydin… Çorak tarla sende…Neslini körelteceksin evladımın. Ama sen dur. Bu iş böyle gitmez.Ben oğlumu evlatsız bırakmam. Hele bir zaman daha beben olmasın. Gör bak kuma getirmiyommu üzerine-” dediğinde yüreğine bir kor düşmüştü Cavidan’ın… O an sofraya oturmakta olan Mustafa,
-” Ana hele bir dur.Onu ozaman düşünürüz”-deyince daha beter yanmıştı içi… Gözüne uyku girmedi o günden sonra.Sonraki aylarda ne kadar istesede bir bebek nasip olmamış, büyük gelinlerin aşağılayıcı sözleri ve bakışlarından, kaynanasının iğneliyici cümlelerinden bıkıp usanmıştı artık.Eşi Mustafa da sanki günden güne uzaklaşmaya başlamıştı Cavidan’dan.
Oldukça yorulduğu ve gece yarısı işlerini ancak bitirebildiği gecenin sabahı, ezanla birlikte gözlerini açsada yaktığı ocağın başında içi geçmiş ve uyuyup kalmıştı Cavidan… Kaynanasının bağırışlarıyla uyandığında ise ne olduğunu şaşırmıştı…
-“Hem oğluma bir bebe veremiyor, hemde miskin miskin uyuyup işten kaytarıyorsun ha… Yettin artık. Yarından tezi yok köyün en güzel kızını kuma getirmezsem senin üzerine bana da Müşerref demesinler.. Çorak tarla seni… Oğlumun başını yakmana izin vermem gayrı-” deyip birkaç ta tokat atmıştı Cavindan’a…
Büyük gelinlerin alaycı bakışları, eşinin de kendisine arka çıkmaması öyle üzmüştü ki o an Cavidan’ı…
Müşerrek hanım sonraki günlerde dediğini de yapmış. Soylu ailelerinin çocuksuz kalmaması için Değirmenci Musa’nın güzeller güzeli kızını kuma olarak almaya razı etmişti Mustafa’yı…
Mustafanın odasından bir döşek verildi Cavidan’a. Ve hiç utanmadan sıkılmadan artık samanlıkta kalacağı söylendiğinde ilk defa dikildi Mustafa’nın karşısına…
-“Babamın evine beni istemeye geldiğin gün senin canın yansa benim dünyam yıkılır dediydinya Mustafa. Ben ölüyom…Bu yaptığın sevgimizide benide hergün zerre zerre öldürüyor… İzin vermem anladınmı. Kimseyi üzerime kuma getiremezsin-” dediğinde, sanki birbirlerini hiç sevmemişler gibi ilk defa el kaldırmıştı Mustafa eşine… Hiç acımadan döve döve samanlığa götürdü sonra Cavidan’ı. O zaman anlamıştı zavallı kadın… Bir insanı öldürmek için silaha gerek yoktu. Sevdiğin insan tarafından değersiz bir eşya gibi görülmek ölümlerin en beteriydi…
Ve bir hafta sonra,Cavidan samanlıktaki penceresinden gözyaşlarıyla bakarak izledi eşinin üzerine kuma getirmesini. Düğün boyunca kimse görmesin, dalga geçmesin diye saklanırken sessizce ağlıyor, kendi kendine dövünüyordu…
O günden sonra evin gelini değil hizmetçisi olmuştu sanki… Tüm köyün dilinde, “Çorak tarla” diye anılmaya başladığından beri gündüz vakti köy meydanındaki çeşmeye gitmekten vazgeçmişti. Sabah ezanında, karanlıkta ilk olarak kimselere görünmeden kova kova su taşırdı eve…Mustafa’nın ikinci eşi Sultan dahi emirler yağdırırken Cavidan’a, mahallede boşanmanın çok ayıp birşey sayıldığı için susar ve evdeki küçük çocukların bile hizmetini görürdü… Fazlalıktı evde artık…Mustafa tarafından bile isetenmeyen biri haline gelmişti… Eşi Mustafa bir gün kendi rızasıyla boşanmayı kabul edip, gitmesini, resmi nikahı ise ikinci eşi Sultan’a yapacağını söylediğinde içinde kalan son sevgi kırıntılarıda tükenmişti artık… ALLAH bir evlat sahibi olmayı nasip etmediyse Cavidan’ın günahı neydi ki? Samanlıktaki döşeğinde her gece saatlerce ağladı sessizce…
Kaynanası Müşerref’in ise bitmek bilmez hırsı daha da katlanıyordu sanki günler geçtikçe. Boşanmayı kabul etmeyen Cavidan’ın kaldığı samanlığın orta yerine her akşam yağlı urgan atmaya başlamıştı… İntihar etmesi ve başbeşası olarak gördükleri gelinlerinden kurtulmaları içindi elbette bu urgan…
ALLAH’tan korktuğu için asla böyle birşey düşünemezdi ama, zaten ölüden de farkı yoktu ki artık… Köylünün karşısında boynu bükük dolaşmaktansa, sabahtan akşama kadar durup dinlenmeden çalışmayı kabullenmişti … Çay soğuk olsa kabahat.Yemeği beş dakika geciktirse kabahat.Ekmeği fırında azıcık yaksa hep, hep kahabatti artık…Ve Müşerref hanım her gece aynı urganı samanlığa atmaktan vazgeçmiyordu birtürlü… Psikolojik olarak fazlasıyla baskı yapıyordu, ev halkından saymadığı,hizmetçi yakıştırması yaptığı gelinine. O yorgunluğun üzerine ise Cavidan sadece ağladığında ferahlıyor hafifliyordu artık…
Ve bir gece samanlığın kapısı açıldı… Yüzünü göremediği, bir elinde kalınca bir sopa olan biri içeriye girmişti…Ve belki bir saat hiç acımadan vurmuştu Cavidan’a. Yüzü gözü kan içinde tam bayılacağı sırada, pencereden süzülen ay ışığının yüzüne vurmasuyla eşi Mustafa olduğunu anlamıştı bu işkenceyi yapanın…
Yüzü mosmor halde uyandı sabah.. Nasibine düşen yağlı urganı boynuna doladı ve dört sene önce güle oynaya girdiği kapıdan topallayarak çıktı…
Ve bir hafta sonra boşanma davası açtı Mustafa’ya….Tek celsede boşansalar da, köylünün dilinde ‘çorak tarla’ okarak anılmaktan, neyere gitse hor görülmekten kurtulamamıştı Cavidan. Aşk’a, Sevgiye küsmüş, insanlara inacını yitirmişti… Böylelikle tam dört yıl geçti aradan. Bir sabah baba evine bir haber gelmişti…
-“Çolak Sülü seni istemege gelecekmiş gızım. Biz böğün varız. Yarın yoğuz. Zor şeyler yaşadın emme. Sen yinede bunu bir yol düşün olurmu? -” diyen babasının çolak bir adamı kendisine layık gördüğünü ve biran dul kızını sanki başından atıp, bu yükten kurtulmak isteğini düşünmüştü…
Cevabı katiyen ‘hayır’ olmuştu.Çolak Süleyman’ı görmeden istememişti.Bir sabah ezanında yine hiçbir köylüyle karşılaşmak istemediği için, karanlıkta yola çıkmış ve tam meydandaki çeşmeden su dolduracağı sırada, oldukça iri bir köpek üzerine saldırmış, tam kolunu ısıracağı sırada, köpeği ensesinden tutarak geri çekmişti biri. Sonrada güçlü köpeğin keskin dişlerinden epey yara almıştı kendisini kurtaran adam… Hiç tanımadığı bu adama teşekkür ederken, ayağının çolak olduğunu anladığında, kim olduğunu da anlamıştı o an… Eli yüzü kan içinde olan çolak Süleyman’ın öyle içten bir bakışı vardıki Cavidan’a..
Çok sevdiği kaldiriklerin en güzellerini çok yüksek dağlardan toplayıp kapısına bırakan, odun kırmakla uğraşmasın diye gece yarısı avluya atlarıyla kırılmış odun çeken, bostanındaki sebzelerine Cavidan bostana gitmeden çapa yapan adamın saf ve temiz sevgisine hayran olmuştu gönlü yaralı kadın…
Ve seneler sonra ilk defa babasına, Çolak Sülü’nün görücü gelmesini istediğini söyledi… Ama çorak bir tarlayla ömrünü tüketmemesi için de peşin peşin haber göndermişti Süleyman’ a…
-“Alnımıza yazılan neyse onu yaşarız-” diyen Süleymandan tek isteği ise, civarda kimsesiz, ne kadar çocuk varsa evlat edinmek olmuştu. Süleyman kimi kimsesi olmayan, civar köylerde sokaklarda yaşayan üç çocuk bulup getirmişti Cavidan’a… Nikahları kıyılırken evlatlık edindiği çocuklar merhamet kokan cici annelerine öyle içtenlikle bakıyorlardı ki…
Çolak Sülü herşeyi unutturmuştu Cavidan’a… Onu mutlu etmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu. Ve Cavidan ön yargılı davrandığı için öyle kızıyorduki eşinin bu çırpınışlarını gördükçe.
Mutlu evliliklerinin birinci yılında bir sabah en çok hasretini çektiği şey olmuş ve evlatlık edindiği üç yavrusu, eşi Süleyman la ellerinde çok güzel kokan kır çiçekleriyle girmişti odaya…
Hep bir ağızdan,
-“Anneler günün kutlu olsun güzel annemiz-” deyip Cavidan’a sarıldıklarında tir tir titremişti heyecandan… Nasılda sevinmiş, içi içi içine sığmamış, sadece ağlamış, ağlamıştı eşine ve çocuklarına sarılarak… O an ise birden başı dönmüş ve kendinden geçip yere yığılmıştı…
Kıymetli eşine birşey olacak korkusuyla hemen at arabasını hazırlamıştı Süleyman. Doğruca şehir hastahanesine gittiklerinde, doktorun odasında eski kaynanası, eski eşi Mustafa ve üzerine kuma getirilen Sultanla karşılaşmıştı… Duvarın arkasında iyice gizlenip, doktor’un, kendisine senelerce zulmeden iki insana söylediklerini dinledi…
-“Mustafa bey…Ne diye boşuna işgence ettinizki bu zavallıkıza. Yüzü gözü yara içinde. Ne yazıkki ömür boyu çocuk sahibi olamayacaksın. Anlasana be adam sorun eşinde değil sende-” dediğinde gözyaşlarına boğulmuştu Cavidan…Müşerref hanım, Mustafa ve Sultan odadan çıkınca ise başörtüsünü yüzünden çekmiş, eşiyle el ele içeriye girmişlerdi… On dakikaya kalmadan, Süleymanın sevinç çığlıklarıyla çınlamaya başlamıştı hastahane koridorları…. Doktor bir çocuklarının olacağını söylediğinde, sıkıca ellerini tuttu eşinin…. Ve doyasıya sarıldı Süleyman’a…
Dokuz ay sonra yavrusunu kucağına aldığı ilk gün, yatağının altında sakladığı yağlı urganı çeki çıkardı Cavidan.Kalın urganı dörde bölüp, bebeğini sallamak için bir salıncak kurdu evin bir köşesine o urganla….Eşi Süleyman çocuklarıyla ellerinde çiçeklerle birlikte içeriye girdiklerinde, sessiz olmaları için parmağını dudaklarına götürdüğünde, bir taraftan salıncaktaki bebeğini uyutmak için ninnisine devam ediyor, bir taraftanda mutluluk gözyaşlarıyla eşi ve çocuklarına hayran hayran bakıyordu…
Yazar: Suat Özge
Sosyal Medyada Yazarı Takip Edin : Instagram – Youtube – Facebook
Benzer İçerikler
Vasi: Koruma ve Rehberliğin Anlamı
Devamını Oku...
Pelet Nedir? Enerjinin Yeni Yüzü
Devamını Oku...
En Güzel Cuma Mesajları, Resimli, Kısa ve Uzun Anlamlı Cuma Sözleri ve Duaları
Devamını Oku...
Maliyeci Fıkrası
Devamını Oku...